Bu kadar mükemmel bir sunumu olan bir fincan kahveye kim hayır diyebilir ki ? Şimdi kahve ne alaka diyebilirsiniz fakat yazının sonunda çok şey öğrenmiş olacaksınız ...
Herşeyi basitleştirdiğimiz , pratikleştirdiğimiz gibi kahve kültürünü de yok ettik. Osmanlı'da kahvenin çok özel bir yeri vardır. Kahve adeta bir tören edasında odaya getirilir ve konuklara ikram edilirdi. Kızlardan biri sırmalı, inci ya da elmas ile süslü kadife, atlas mangal örtüsünü, ikinci kahve tepsisiyle fincan ve zarfları taşırdı. Üçüncü kız içinde kor halinde ateş bulunan stile (mangal) oturtulmuş kahve ibriğini getirir, dördüncüsü fincanları doldurup zarflara yerleştirerek konuklara birer birer ikram ederdi. Ne kadar güzel bir sunumu ve içimi olacağını sanırım aklınızda canlandırmışsınızdır.
Hal böyle olunca zaten gösterişi seven Osmanlı Saray ve çevresi işi daha da ileri boyutlara götürerek bizi bu yazıyı yazmaya mecbur bırakan dillere destan kahve zarflarını ürettirmişlerdir.
Üzerlerindeki işçilikler gerçekten de çok büyük ustalık ister.Belki bizim ne kadar zor olduğunu bildiğimiz kadar anlayamazsınız fakat o dönemde hiçbir teknolojik alet ,malzeme yok iken bunları üretmek gerçekten tapılacak bir sanattır. Osmanlı kuyumculuğa gerçekten çok önem vermiştir. Bu yüzden günümüzde anlatabilecek bir tane bile yeni eser yokken Osmanlı'da anlat anlat bitmez. Hatta Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman şehzadelik dönemlerinde kuyumculuk öğrenmişlerdir.
Bağa (kaplumbağa kabuğu) ve fildişinden yapılan zarflar çok daha özenle ve işçilikle yapılırdı. Çünkü bağa veya fildişi çok değerli ve zor bulunan malzemelerdi böyle olunca da hakkını vermek gerekir diye düşünüp bu kadar kaliteli zarflar üretmişlerdir. Tabii bunlar zengin Osmanlı Sarayı ve çevresindekilerin kullandığı eşyalardır.
Üzerinde mine ve değerli taşlar olan kahve zarfı. Karı- koca fincanı olarak adlandırılan bu takımlarla zifaf gecesi gelin ve damata kahve ikram edilirdi. Yani anlayacağınız lüksün her türlüsü mevcuttur kahvenin hikayesinde...
Olayın birde halk tarafını inceleyelim...
Maalesef kahvenin halk tarafı biraz kısa ...
Osmanlılar kahveyi keyif verici, ama zararlı bir alışkanlık olarak görüp, haram saymışlardır. Ayrıca, merkezi otoriteye karşı halk yığınlarının kahvelerde odaklanmasından da rahatsızlık duyuluyordu. İlginç bir olay olarak Papa XI. Clemense, Müslüman içkisi olarak gördüğü kahveye yasak getirmişti. Bütün bu kısıtlamalara karşın, kahvenin Osmanlı ve Avrupa’nın toplum hayatında vazgeçilmez biçimde yer alması önlenememişti. Bu konuda en büyük etken, kahve ticaretinin kişi ve devletlere çok yüksek kar sağlıyor olmasıydı.
İlk kahvehane Tahtakale’de (1553-1554) Halepli Hakem ile Şamlı Şems tarafından açılmıştır. Bu kahvehanelerde sedirlerde oturulurdu. Sedirler ve kerevetler üzerinde diz çökerek, bağdaş kurularak kahve içilirken meddahların anlattığı hikâyeler dinlenirdi. Hal böyle olunca zamanının küçük çapta bir kültür kurumuydu.
İşte kahvenin hikayesi de böyle... Bu tarzda bir kahve töreni yapmanızın çok zor olduğunu biliyoruz ama sanırım arzulamayan da yoktur. Kahveyi en güzel zevkle içebileceğiniz yer Kapalıçarşı'da bulunan Tarihi Şark kahvesidir. Personelin ara sıra yaptığı kabalıkları sindiririm , tarihin içinde kahvemi içmek çok daha önemli derseniz ilk seçiminiz Şark kahvesi olmalı .Bizim gibi yok bana gelmez öyle şeyler derseniz Beyazıt Sultanahmet arasında kahve içecek birçok tarihi mekan bulabilirsiniz.
Son tavsiyem sessiz ,sakin püfür püfür esen bir mekanda kahve içmek isteyen kahve severlere kesinlikle Beyoğlu'ndan Karaköy'e inen yokuşta bulunan Ceneviz Cafe'yi öneririm. Galata kulesinin hemen aşağısında minik bir anfi tiyatro havasında zevkle kahvenizi içebilirsiniz.
Afiyet olsun ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder